Son Sultanü’ş-Şuara Necip Fazıl
(25 Mayıs 1903 - 25 Mayıs 1983)
Albert
Einstein’a fizikçi arkadaşları: “Şu İzafiyet Teorisini anlat da öğrenelim
demişler. Einstein’da onlara şöyle cevap vermiş:
— Geçenlerde
anadan doğma kör bir arkadaşımla parkta oturuyorduk. Oradan sütçü geçiyordu.
Arkadaşıma: “Süt içer misin?” dedim. “Süt nedir?” diye sordu. “Beyaz bir sıvı”
cevabını verdim. “Sıvıyı anladım da, beyaz nedir?” dedi. “Kuğu kuşunun
rengidir” karşılığını verince, o tekrar: “Kuşu anladım ama, kuğu nedir?” dedi.
Ben de “Canım hani göllerde yüzen eğri boyunlu kuş var ya!” dedim. Bu defa
arkadaşım: “Boyunu anladım da eğri nedir?” dedi. Bunun üzerine arkadaşımın
elini tuttum ve bükülmüş olan dirseğimin üzerinden elini geçirerek “İşte eğri
budur” dedim. Arkadaşım “Haa, sütün ne olduğunu şimdi anladım!” cevabını verdi.
İşte ben İzafiyet Teorisini izah edersem, siz de onu ancak arkadaşımın sütü
anladığı kadar anlayabilirsiniz!...
Bugün
Necip Fazıl’ı tanımayan, onun eserleriyle yoğrulmamış olan Türk gençliğine de
Onu anlatmak Einstein’ın arkadaşına sütü anlatması kadar zordur, anlayanlarda
ancak anadan doğma kör arkadaşının anladığı kadar anlarlar.
Necip
Fazıl, anlaşılması güç insanlardandır. Bakın bu konuda yakın arkadaşlarından
olan Osman Yüksel Serdengeçti ne diyor. “Necip Fazıl farklı
adamdı. Ne onun yükseldiği yere yükselebilirdiniz, ne de düştüğü yere
düşebilirsiniz. Sonuna kadar zirve, sonuna kadar derinlik. Necip Fazıl ol
kişidir ki hakkında kolay kolay karar verilemez. İnsanı hükümsüz bırakır. Necip
Fazıl noktasız virgülsüz bir adamdı. Ne dur bilirdi ne durak. Ölürken dahi
sesini yükseltecek bir adamdı. Mağlubiyeti asla kabul etmezdi. Bir gün treni
kaçırmış, öfkeli öfkeli gardan dönüyormuş. Ne o Üstad treni mi kaçırdın?...
diye sormuşlar. Hayır, demiş, kovdum gitti. Necip Fazıl böyle bir adamdı.
Edebiyat
tarihimize baktığımız zaman şairlerin yanardağlar gibi belli aralıklarla parlayıp
söndüğünü görüyoruz. 16. yüzyılda Fuzuli, Baki, 18. yüzyılda Nedim parlayan
şairlerdendir. Nedim’den sonra Türk Edebiyatının lavları soğumaya yüz tutmuş,
edebiyat iklimi çölleşmeye başlamıştır. 1930’lara geldiğimizde bu çölün
ortasından canhıraş bir çığlığın yükseldiğini görüyoruz. İşte bu çığlık Necip
Fazıl’ın çığlığıdır. Türk Edebiyatını, Türk kültürünü kalemiyle harekete
geçiren Necip Fazıl’ın çığlığı... Çölleşen bu iklimden canhıraş bir haykırışla
filizlenir ve Edebiyat iklimini kendi öz diliyle yeşertir.
Onda
başka milletlerin dilini kullanma hastalığı olmadığı gibi başka milletlerin
kültürüne esir olmuş sözde sanatçılara hoşgörüyle bakma da yoktur. Onun
anlayışında mükemmeller ve kötüler vardır. Ona göre hareket noktası kendi
kültürü ve dili olan her şey iyidir. Aksi halde bu kıstasa uymayan sanatçılar
ve sanatları buruşturulup çöpe atılmalıdır.
Necip
Fazıl’ın her çevreden insanı hayran bırakan tarafı şairliğidir. Bunun dışında
tiyatro, roman ve fikri konularda da birçok eserleri vardır. 8 şiir kitabı, 17
tiyatro eseri, 7 senaryo, 3 hikaye kitabı, 2 roman, 4 hatıra eseri, 17 dini ve
tasavvufi eser, 47 siyasi-tarihi inceleme eseri olmak üzere toplam 105 eser
bırakarak göçüp gitmiştir.
Necip
Fazıl, 12 yaşındayken annesinin isteği üzerine şair olduğunu söylüyor. O, şiiri
şöyle tanımlıyor: “Şiir; ham ve cılık bir duygu hali değil, üstün ve mamul bir
idrak işi ve hiçbir sınırda durmaksızın mutlak hakikati ebediyen arama
faaliyeti...” Prof. Dr.
Kaya Bilgegil: “Necip Fazıl; muhteva
şairiydi; bu, şiirlerinde şekil bakımından bir ihmalkarlığa delalet etmez,
şekil ve ses unsurlarını muhtevadan alırdı.” (1) diyor.
Necip
Fazıl, duygularını söyleyebilme imkanlarının son haddiyle dile getirir:
Ne hasta
bekler sabahı
Ne taze
ölüyü mezar
Ne de şeytan
bir günahı
Seni
beklediğim kadar (2)
Onun
şiirlerinde bir aşk vardır. Bazen adının verildiği, bazen bir sır yumağı olup
gizlenen bir aşk vardır. Onu bu aşk deryasında yüzerken sürekli aşıkını
kovalarken görürüz.
Rüzgara bir
koku ver ki hırkandan
Geleyim izine
doğru arkandan
Bırakmam,
tutmuşum artık yakandan
Medet ey
şairim, Yunusum medet (3)
Kendisine
Sultanü’ş-Şuara pâyesi verilen Necip Fazıl, o mertebeye Türkçe’nin Sultanı
olduğu için ulaşmıştır. Bakınız bu konuda Dış İşleri Eski Bakanlarından Mümtaz
Soysal ne diyor; “Necip Fazıl’ın
kavgalarına kızabilirsiniz, tutkuları konusunda farklı değer yargılarınız
olabilir. Ama hiçbir şeyini sevmemiş olsanız bile, Türkçe’yi sevdiğiniz için
onun şiirini de sevmişsinizdir.
Hem de için için, gizli gizli, dışa vurmadan değil. Tam tersine, dudaklarınızı
kıpırdatarak, hatta elinizde olmadan sesinizi yükselterek, ağzınızdan mısralar
döküle döküle.” (4)
Attila
İlhan’ın görüşü ise şöyledir; “Necip Fazıl’ın şiirine
büyük saygım vardır. Hece şiirini yerine oturtan iki şairden biridir. (Diğeri
Ahmet Muhip Dranas) (5)
Nurullah
Ataç ise Onun için; “Yarına kalacak tek şair Necip Fazıl... Bence şimdiye kadar
gelen şairlerin en büyüğüdür O...” (6) diyor.
Yaşar
Nabi Nayır’da; “Bir mısrası bir millete
şeref vermeye yetecek şair Necip Fazıl” diyor.
Bugün,
Sakarya’nın mahzun çocuğu, Türk şiirinin şeref levhası olan Necip Fazıl
Kısakürek artık yaşamıyor. Ama geride bıraktığı bir kütüphane dolusu eseri bize
yol göstermeye yetiyor. Ama üzülecek nokta yeni nesil bu yüce değeri tanımıyor.
Onun için
Türklüğün gururu Sakarya artık bulanık akıyor,
Onun için
şeref levhası Karacaahmet hicranlarla ağlıyor,
Onun için
kaldırımlar üzgün, kaldırımlar muzdarip,
Onun için
Türk Gençliği, Dumlupınarları, Sakaryaları unutup, yeni bir tarih arıyor.
Necip
Fazıl’ı anlatmak için Osman Yüksel’in Onun ölümü üzerine kaleme aldığı şu
satırları söylemek sanırım onu fazlasıyla anlatmaya yeter: “Necip Fazıl öldü. Ölmeyebilseler Peygamberler
ölmezdi. Herkes şu beylik lafı ediyor. ‘Bıraktığı boşluğu kimse dolduramaz.’
Boşluk bırakmadı ki doldurulsun. Her şeyi doldurdu gitti. Kafaları doldurdu,
gönülleri doldurdu ve yaşını doldurdu.”
* Sultanü’ş-Şuara Şairler sultanı anlamına gelir. 25 Mayıs 1980’de
Türk Edebiyatı Vakfı tarafından Türk Diline ve Türk Edebiyatına yaptığı
katkılardan dolayı kendisine bu unvan layık görülmüştür.
1- Türk Edebiyat Dergisi, Temmuz 1983
2- Çile, Necip Fazıl
Kısakürek, Büyük Doğu Yayınları
3- Çile, Necip Fazıl
Kısakürek, Büyük Doğu Yayınları
4- Mümtaz Soysal, Milliyet, 26
Mayıs 1983
5- Türk Edebiyat
Dergisi, Temmuz 1983
6- Türk Edebiyat Dergisi,
Temmuz 1983
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder